15 Nisan 2012 Pazar

KELİMELER! ÇOK DEĞİŞTİNİZ

Yıllar önce kelimeler ne kadar da farklıydı. Şekil aynıydı ama anlam farklıydı. Dilden hep aynı şekilde çıkarladı ama anlattıkları şeyler farklıydı. 100 sene önceki "seni seviyorum" ile şimdiki "seni seviyorum" arasında uçurumlar var. Hele Fuzûlî'nin "aşk" ı ile Cemal Süreya'nın "aşk"ı... Fuzûlî ile Cemal'in arasındaki o 500 yıl bakın "aşk"a neler yaptı! Hangisinin yazdığı aşkı okurken içiniz ısınıyor, cevaplayın ama saklı tutun cevabınızı.


Kelimeler gittikçe derinliklerini kaybetti. Çok ile az şey anlatmaya kadar geriledi. Oysa ki bir
Mevlana, Yunus Emre, Bâki, Fuzûlî nasıl da azca yazarlardı. Onlar azca yazardı, sen çok anlardın. Bol bol anlardın. Güzelliği iki kelimeyle anlatırlardı, sen sayfalarca anlardın. Aşkı küçük bir cümleye sığdırırlardı, sen ruhuna doldururdun. Hani o kadar bereketliydi kelime. Verimliydi. Şimdi suni gübrelerle şişirildi.
Artık mısır örgüsü yapmak gerek kelimelerden. Anlatmak için.

6 Ocak 2012 Cuma

21. YÜZYILDA MÜSLÜMAN KADIN OLMAK

Toplumun en temel ve en küçük birimidir aile. her toplumda, her dinde ve ideolojide ailedir bütün taşları temelden dizen. Ve ailenin de taşları... Kadındır bu taşları ahenkle ören. Şefkat kahramanı, nazik-nazenin fıtratıyla ön plana çıkarılan kadın. "Anne" olmasıyla cennetin ayaklarına serildiği yaratılmış... Rahman, Rahim, Rezzak sıfatlarının tecelli ettiği varlık. "Bir toplumu ayakta tutan değerler manzumesini çocuklarından başlayarak nesillere aktarma görevinin verildiği, insanın lâtif cinsi.
Bütün bu sıfatlardan kadının aile için, toplum için ne kadar önemli olduğunu anlayabilirsiniz. Ancak düşüncelerin sapkınlığa varması kadını ikinci sınıf gibi göstermeye başlamış, doğal olarak ezildiğini hisseden kadınlar, en az kendilerini bu duruma düşüren sapkın düşünceler kadar sapkın bir akıma kapılmıştır. Feministlik adını verdikleri bu hırçın çığlığın arkasında statüko arayışına girmişlerdir. Çarpıtılmış düşünceler içinde boğulan kadınlık sözde "erkek egemenliğinin" altına girmemek için güç arayışına başlamış ve en nihayetinde çıkışı kariyer yapmak adı altında, ekonomik gücü elinde bulundurmada bulmuştur. Zira iş güç sahibi olup, para kazanırsa ayaklarının üzerinde durabileceğine inandırılmıştır. Şimdi toplumda, muhafazakar kadınlar da dahil, kadın olmanın en temel gerekleri unutulmuş, anne olmanın, eş olmanın, eğitici olmanın yerini hırsla atılmış kariyer adımları almıştır.

Kendi ayakları üstünde durmak isteyen, özgürlükçü kadınlar artık evlilikten kaçıyor, evlilik yapmış olsalar bile yaşadıkları problemler karşısında savaşmak yerine, yolu kaçışta yani boşanmalarda buluyor. Kişisel çıkarları aile olmanın önüne geçiyor. Durumun bu hali almasının en önemli sebebi de evliliğe dünyalık gözle bakılmasıdır. 21. yüzyılda bireyler evliliği sığlaştırmış ve dünyevi duyguların meşru bir şekilde yaşandığı bir kurum olarak algılanmasına sebep olmuşlardır. Evlilik artık kadın/erkek için aşk ve cinsellik demektir. "Evleniniz, çoğalınız" emrini unutmayıp, evliliğin, cinselliğin, hayırlı evlatlar yetiştirmek adına peşin ücret olduğunu bilmek gerekir. Aileye bu pencereden bakılmalıdır.


"Ne kâinatta ve ne de mukaddes metinlerde, gerçekte "erkek", "egemen" değildir." Erkeğin kudretine tapması "azıcık ve sanal kudret" sahibi fıtratından kopmasına sebep olmuştur. Erkeğin gücünü kadın üzerinde sapkınca uygulamaya çalışması, kadının zoraki "erkekleşmesinin" hatta örgütlenmesinin önünü açmıştır. Kadın artık iyi bir anne, eş olmaktan vazgeçmiş, "egemen güç" karşısında nefsi müdafaaya kalkışmıştır.
Batılıların sapkın yaşamlarının da etkisiyle kadın, fıtratında var olmayan özellikler varmış gibi davranmaya başlamıştır. Örneğin; adalet; hikmet, hüküm ve kudreti gerektirir. Bu sıfatlar da erkek cinsinde ön planda tecelli etmiştir. Ancak kadın, hüküm, hikmet ve kudretin yani adaletin kendisinde var olduğunu iddia ederek, çocuğunu babasının kollarına bırakarak, hakime hanım olarak mahkeme salonlarında koşmakta ve hatta bazen karşı cinsi için hükümler vermektedir.
Bütün kaynaklarda açıkça söylenmektedir ki; kadın, önce annedir. Eğer çalışmak, para kazanmak iyi bir anne ve eğitici olmanın önüne geçmişse bütün yaşanacakların vebaline katlanmak zorundadır. Şu ana kadar yazdıklarımdan kadının asosyal bir varlık olması gerektiği çıkarılmasın. Aksine kadın sosyal ortamlarda, cemaatlerde yer almalıdır çünkü o kültürel olarak bir eğitici ve aynı zamanda da ekonomik olarak eşine yardımcıdır. Ancak Cumhuriyetten sonra kadın Batılılaşmanın simgesi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında kadınlara yönelik olarak yapılan sosyal ve kültürel alanlardaki düzenlemeler kadını geleneksel toplumdan kopuşun "sembolü" yapmıştır.


Eğer İslamiyet çarpıtılmadan yaşanabilseydi, eğer Efendimiz'in (s.a.v)yolundan gidilebilseydi; kadının sosyal ve kültürel yaşantısı için hiç bir düzenlemeye gerek kalmazdı. Kadın da asıl görevini unutup farklı arayışlara kalkışmazdı. Çünkü kadın, Müslümanlıkta hiç bir dinde ve ideolojide yüceltilmediği kadar yüceltilmiş ve önemsenmiştir.
“En güzel dünya nimeti, insanın sahip olabileceği nimetlerin en hayırlısı: Zikreden dil, şükreden kalp ve insanın iman doğrultusunda (Müslümanca) yaşamasına yardımcı olan kadındır.” (Tirmizî, Birr 13)
“Kadınlar hakkında Allah’tan korkunuz. Çünkü siz onları Allah’ın emâneti diye aldınız."

18 Aralık 2011 Pazar

ZÜLEYHA OLMAYI BİLMELİ


"Yepyeni bir yaşama doğmak için, ölmeden önce ölmeli." demiş Şems-i Tebrizi. Ekliyorum ben de bu dizeyi; "Yağmurda saatlerce ıslanıp, günahları sildirmeli."
Bir yerden başlamalı nefsi terbiyelemeye. Körüklemeli ateşi ve kaynatmalı günahları. "Kardeş" sıfatını hak etmeli ta geçmişten. Hz. Fatıma olabilmeli, Hz. Ebu Bekir'den pay almalı. Sonsuzluğu bir ömre satmamalı. Yusuf'umuzu bulmak istiyorsak Züleyha olmayı bilmeli, Leyla'nın aşkını hak etmek için Mecnun gibi delirmeli.

11 Aralık 2011 Pazar

ERİŞMEK SONSUZLUĞA

Sonsuzluk iki mavinin birleştiği yerde başlar. Aklın sınırları almaz, gözün görmez, kulağın duymaz. Açıklanamaz, çünkü kelimeler yetmez. Erişmek sonsuzluğa; O’nu bilmek, her yerde O’nu görmek ve daima O’nu hissetmek. Aş kendini, sınırlarını, aklını… Çabala, uğraş, didin.

Ey mükemmel varlık! Sen kendini bil. Seni yaratandan sende bir sıfat olduğunu bil! Yine söylüyorum; çabala, uğraş, didin. Al tohumlarını yaşamın, kendi topraklarına dik. Yeşer, büyü ve git. Gökyüzünü aşsın verimin! İnsanoğlu nasibini alsın meyvenden. Giderken hayatına dokunmayı unutma insanların, senden bir tane daha. Daha ulu, daha yüce, daha verimli…

7 Kasım 2010 Pazar

AZCIK DÜŞÜNDÜM DE

Yoksa bir defterim,
Bırakamıyorsam bir iz,
Anlamım yoksa o, bu, şu için,
Akıp gidiyorsa zaman farketmeden,
Mutlu olamıyor ve olduramıyorsam,
Bir tebessüm görebilmek için çabalamıyorsam,
Farkedemiyorsam bir böceğin bile gerekliliğini,
Tutturmuş gidiyorsam değişmeden,
Reddediyorsam her dakikayı dolu yaşamayı,
Bakarak geçiyorsa ömrüm,
Büyümeden tükeniyorsam,
Hayal edemiyorsam,
Hedeflerim yoksa,
Bilmiyorsam kanatsız da uçabilmeyi,
Güvenmek, sevmek yoksa lûgatımda,
Kolumu bile oynatmıyorsam senin için,
Direniyorsam sıradan olmaya,
Değilse farklı bir günüm diğerinden,
Bir an bile boş olduğunu düşünüyorsam hayatın,
Öldüm say beni son nefesimi beklemeden...

25 Mayıs 2010 Salı

BÜYÜTEÇ'01


Yıllardır yazmasına rağmen ilk tanışma anımızı dökmek istiyorum bu sefer kalemimden. Tahsin Yücel... Kumru ile Kumru bizi bi araya getiren, onun kalemiyle benim dilimi birleştiren. Vestigosla köylü kızının aşkı benim kalemimi kutusundan çıkartıp, ellerimle bütünleştiren.
Köyden kente bir göç hikayesiyle başlıyor bu roman. (Şimdi a ne kadar klasik demeyin, hele bir devam edin okumaya göreceksiniz benim de farkına vardığım farkı.) Kumru; kendinden önce ölen ablasının adını alan Kumru... Öyle güzel, öyle narin, öyle saf ki... E artık evlenme çağına da gelmiş bu akıllı kız. Hazır bir de İstanbul'dan isteyeni varsa, bu güzeller güzeli kızı vermek düşer avcı babasına. Ah bir de onu alan, Kumru'nun aslında hiç hayalini kurmadığı, ama hep derinlerde bir yerlerde sakladığı kişiye benzeseydi ya. Haydar; Yarma Haydar derler kendisine, 30 unu aşmış, iri yarı, baba yiğit bir adam. Lakabı Pehlivan, çok sırtını yere getirmiş aslanların. Kumru her ne kadar istemese de buluvermiş kendini hiç bilmediği bir memlekette. Tek odalı bir evde başlamış yeni hayatına. Zamanla erkek olanı çok zeki, kız olanı ise zihinsel engelli bir kız katılmış ailelerine. Pehlivan kızının engelli oluşundan dolayı kendini sorumlu tuttuğu için bırakmış işin gücün peşini. Bütün yük Kumru'ya kalınca artmış temizliğe gidilen ev sayısı.
Tuna Hanım; hani şu Yahudi olan, ama Kumru'ya, onun saflığına, güzelliğine deli gibi hayran olan... Kumru'nun vestigosu ilk gördüğü, ona ilk dokunduğu, dokunduğu an tutkusunun başladığı şu ev. Artık gece gündüz aklındadır vestigos Kumru'nun. Ne yapıp ne edip almalıdır onu, sahip olmalıdır ona. İlk gördüğü gün eve gelip bütün olanları anlattı kocasına. Girdiği bunalımdan yeni çıkan Pehlivan, henüz yeni işe başlamasına rağmen söz verdi karısına, para biriktirip alacaklardı vestigosu, alacaklardır Kumru'yu baştan aşağı değiştiren, aklına fikrine bu denli sahip olan buzdolabını. Temizliğe gidilen evler arttı, paralar biriktirildi ve sonunda apartmanın bodrum katındaki tek gözlü odada yerini aldı vestigos. Ancak onun gelişi Kumru'nun bugüne dek yaşamadığı en büyük hayal kırıklığıydı. Boştu vestigosun içi, değildi işte Tuna Hanım'ınki gibi. Bu o değildi, Kumru'nun rüyalarını süsleyen bu vestigos o vestigos değildi. İşte bu hayal kırıklığı tanıştırmıştı Kumru'yu migrosla. Tuna Hanım elinden tuttuğu gibi alışveriş yapmaya götürmüştü Kumru'yu. Ne buldularsa aldılar ve tıpkı Tuna'nın vestigosu gibi döşediler içini. Şimdi olmuştu işte, şimdi bu vestigos o olmuştu. Ancak Kumru hayalinde bir canlı yaşatmıştı adeta, birşeylerin, birilerinin yerine koymuştu biricik buzdolabını, içinden ne alıyorsan aynısını geri vermeliydin hemen ona. Haftada iki kez tutulmaya başlandı migrosun yolu. Kumru tam bi tüketici olmuştu artık, deli gibi alışveriş yapıyordu biricik tutkusu için.
Pehlivan, karısının başlayan tüketim çılgınlığını karşılamak için bir zamanlar çok iyi para kazandığı işine geri dönmek istedi. İsmail Bey'di gideceği yer, zengin bir mafya şefi. Pehlivan sayesinde bir zamanlar çok bela savmıştı başından, hiç hayır dermiydi ona. Pehlivan'ın tekrar korumalık yapmaya başlamasıyla statü atladı aile birden. Kapıcısı olduğu apartmanda bir daire sahibi olmuşlardı artık. Kumru evinin içini en lüks eşyalarla döşemiş, adeta saay yapmıştı kendisine. Hergün yeni bir eşya alınıyor, hergün alışverişe gidiliyordu. Kumru amaçsız bir şekilde alışveriş yapıyordu.
Şimdi yeni bi tutkudaydı sıra, bir peugeot 306 alınmalıydı. Zaten dediği de oldu. Okuma yazma bilmeyen Kumru ehliyet de almıştı nasılsa. Yalnız kötü giden birşeyler vardı ortada. Bütün köylüler düşman oluvermişti onlara, artık kimse yüzlerine bakmaz bir tek selam bile vermez olmuştu. Bu böyle kalmayacaktı belliydi, karşı apartmanların kapıcıları, bir zamanlar Kumru'yla çok iyi olan köylüler zarar vermeye başlamıştı onlara. Bir sabah kokunç bir manzaraya uyandı Kumru. 306sını hiç görmek istemeyeceği bir halde görmüştü, belliydi kimin onu bu hale getirdiği ve Pehlivan bırakmayacaktı bunu onların yanına. Meydanda atılan temiz bir dayaktan sonra temizlettirdi Pehlivan yaptıkları akla hayale sığmayacak pisliği. Tabi onlar da kalmazdı bu rezilliğin altında, alacaklardı bunun öcünü. Öyle de oldu çok geçmeden, Kumru 2 gündür haber alamazken kocasından, cenazesi gelivermişti eve. Kumru şimdi tarifi olmayan duygulardaydı. Ağladı, deli gibi bağırdı evinin reisinin arkasından. Ancak birşeyler yapmalıydı, amma bilinçli amma bilinçsiz çekti mini eteğini üstüne, taktı takıştırdı, ne bulduysa sürdü yüzüne ve yapabildiği tek şey insanların cümlelerini tekrar etmek olan kızı Sultanı da alıp yanına ayrıldı arabasıyla. Uçsuz bucaksız karanlık sokaklarda dolaştı durdu o şokla, nereye gittiğini bilmiyordu, birşeyler arıyor biliyordu. Migros çıktı karşısına, kendisini tek rahat hissettiği, her bunladığında içinde buluverdiği migrosuydu işte. Yine aynı şeyi yaptı girdi ve ne bulduysa aldı. Sanki Pehlivan evde bekliyordu onu, onun için de alışveriş yaptı ve gold kartıyla ödemesini yaptıktan sona ayrıldı. Yine dolaşmaktaydı dar sokaklarda, hiç bir şeyi, hiç kimseyi düşünmeden, bazen yanındakini kızını bile unutarak basmaktaydı gaza, taki kızı yaşlarında bir kız çocuğunun gecekondu penceresinden rengarenk bir nesnenin nehire düşüşünü görene kadar."Cemre!" dedi kız, " İkinci cemre suya düştü."

Kumru ile Kumru, her ne kadar klasik bir başlangıca sahip olsa da çok değişik bir hayat sergiliyor bizlere. Tahsin Yücel aslında kapitalizmi alaycı bir dille eleştiriyor burda. Kitabı okurken bazen yok artık diyorsunuz, o kadar abartılı geliyor ki bazı olaylar insana. Ama öğrendim,üslubu bu yazarın. Seviyor dalga geçmeyi, mahrem duyguları deşmeyi. Kapitalizmin insaları nasıl da asosyalleştirdiğini ve yalnızlığa ittiğine değiniyor Yücel. Tüketim çılgınlığının insanları nasıl çevrelediğini, nasıl ondan kendilerine bir dünya yaptığını anlatmak istiyor bize. Kitabı okurken dönüp kendinize bakıyorsunuz bir yerde. Acaba, acaba ben de böyle miyim?

24 Mayıs 2010 Pazartesi

İKİ SATIR PİŞMANLIK


Bir akşam üstü otobüsten inerken rastladım ona. Bir anda yanında buluverdim kendimi. Öyle masum öyle güzeldiki güneş ışığıyla, tutuvermiştim ellerini bilmeden, düşünmeden birbirimize yapacaklarımızı. Bütün tepkilere rağmen benleydi işte, her sabah, her akşam, her rüyada. Okurdum bakışlarındaki cümleleri, duyardı ses tonumdaki her ifadeyi. Derken hiç istemeyeceğimiz bir yerde buluverdik kendimizi. Nefesindeki kesiklik, gözlerimdeki her biri pişmanlıkla akan damlalar... Günlerce bekledim sadece bir bakışını, uzun uzun yollar arşınladım, dualarda geçirdim adını.

İlk günki masumiyetiyle karşıladı yine beni ama yorgun, bitkin... Ben de o her zaman ki heyecan, tekrar tuttum ellerini. Herşeye rağmen yol almaya başlamıştık sonu gözükmeyen hikayede, mutluyduk fikrimce.

Geçen zaman değiştirmişti gözlerini, okuyunca her biri hüsran dolu kelimeleri, birleştirince yüklemsiz cümleleri, anlamıştım zamanın aslında nasıl da boşa geçtiğini. Alışmıştı işte bir kere karanlığa, adını özgülük koymuştu kendince. Bırakıverdim ellerini ama düşünememiştim böylesini!

Şimdi buluşamamak gözlerinle hiç

Arşınlamak uzun ince yolları

Pişmanlık dolu bir kalple ağlamak

Beklemek seni görmek için sabahları...